12 Eyl 2017

Oratoryo'nun Nazım Hali (Fazıl Say)

Fazıl Say’a göre, ‘’şair olarak ‘Nazım Hikmet’ atmosferinin yaratılması ve onun müzikle portresinin çizilmesi, şiirlerdeki ifade derinliğini müzik diliyle anlatmaya bağlıdır’’

Aralık ayında gittiğim ‘Nazım Oratoryosunun’ el broşürünü okurken en çok bu cümleyi sevmiştim. Ama nasıl olabilir diye düşünürken, kendimi ilerleyen saatlerde müziğe ve şiirlere kaptırdığım zaman daha iyi anladım. Fazıl Say bu düşüncesini satırlara dökerken, çoktan başarmış olduğu bir şeyden bahsediyormuş.

Genco Erkal, ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, Orman gibi kardeşçe’ diye bağırırken, müzikte ağaç hışırtıları sanki ona eşlik ediyor gibiydi. O an inanın sizde kalkıp bağırmak istiyorsunuz : Tek ve Hür diye !

Genco Erkal - Yaşamaya Dair

Ancak bugünki yazımın amacı bu konseri anlatmak değil, konser öncesinde sorguladığım bir sorunun cevabını sizinle paylaşmak aslında... Oratoryonun orkestra, koro ve solo sesler için bestelenmiş, kutsal nitelikli müzik yapıtı tanımını düşündüğümde kafamda Nazım ve Oratoryoyu pek bağdaştıramadım.

İşte bu noktada Fazıl Say bizi şöyle aydınlatıyor : ‘’Nazım, opera ve oratoryo gibi sahne müziklerine yakınlık göstermekte, ancak kuruluşu ve içeriğiyle onlardan ayrılmaktadır’’

Zaten oratoryolarında günümüzde sadece dini konuları işlediğini söylemekte yanlış olur. Tamam, ortaya çıkışı Roma’da 16.yüzyılın 2. Yarısında daha çok tamamen kilise ile ilgili bir müzik türü olaraktır. Hatta çileyi anlatan dini şarkıların oratoryoyu ortaya çıkarttığı bile söylenir. Oratorium tarikatının kurucusu Aziz Philip, kiliselerde düzenlediği toplantılarda söylenebilmesi için ilahi benzeri müzikli ayinler yazılmasını isteyince sonuç tarikatın isminden gelen ‘Oratoryo’ lar olarak karşımıza çıkar.

Oratoryo ile opera arasında ki bağlantıya gelecek olursak...

Oratoryo, opera gibi koro, solist, değişik karakterler ve aryalar içerebilir. Ama yine de oratoryo tam bir konser parçası iken, opera daha tiyatral yönü ağır basması ile bilinir. Örneğin, oratoryoda karakterler arasında bir ilişki, kostümler ile şekillendirilme durumu ya da sahne düzenlemesi yoktur. Bir diğer farklılık, opera tarih ve mitolojiden ilham alır. Operalar aldatma, cinayet ya da romantizm gibi konuları işlerken, oratoryo genellikle dini / kutsal konuları işler. Kafanızda daha da netleşmesi için aslında şöyle diyebiliriz. Operanın çıkışı ile halkın kiliseye ilgisinin azalması problemi ile karşılaşan kiliseler, dini metinlerin yer aldığı, dünyevi konuları değil de, daha dini alemden bahseden opera formuna benzeyen eserler ortaya çıkartırlar. Farklılıkta burdan ortaya çıkar.

Başka Türk Oratoryolarını merak ederseniz, Nazım dışında ben iki taneye daha rastladım. Biri Türk Beşleri üyesi Ahmet Adnan Soygun’un ‘’Yunus Emre Oratoryosu’’ (1946), diğeri ise Nevit Kodallı’nın ‘’Atatürk Oratoryosu’’ (1953).

Peki Nazım’ı neden yazdım diye sorarsanız? Öncelikle hayatımında etkilendiğim nadir konserlerdendi. İzlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Ama dahası Moskova’da yaşarken, Nazım Hikmet’in mezarını ziyaret etmiş olmam ve sunduğum radyo programlarında sık sık Nazım Hikmet’e yer vermeleri Nazım-Rusya ikilisini beynime kazıdı. Çalıştığım devlet radyosunda Nazım Hikmet’in yıllar önce kendi sesinden okuduğu şiiri dinlediğim gün ise, dün gibi !


Şimdi sizi oratoryonun en sevdiğim bölümü ile başbaşa bırakıyorum…

Zuhal Olcay - Memleketim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder